28 Nisan 2010 Çarşamba

Frullati Günlükleri III - Tahmin Ettiğimizden Çooook Daha Zormuş!

Heyecanlıyız! Kıpır kıpırız!! Hazırız!!! dedim... Yanılmışım! :)
Bu iş tahmin ettiğimizin çoook ötesinde zormuş.
"2 haftadır neden sesin çıkmadı?" diye sorabilirsiniz.
Cevabım: "Pazar kahvaltılarının telaşından diğer bütün işlerimiz askıya alındı, hafta arası da ancak ve ancak acil ve önemli işleri halletmeye takatimiz kalıyor, bloguma yazmaya fırsatım valla billa olmadı" olur ancak!
- İlk gün nasıldı?
- Facia!

18 Nisan Pazar günü saat 8.30 itibariyle Frullati kafenin kapıları açıldı. Masalar ve sandalyeler dükkanın önüne taşındı. Üzerlerine rengarenk seçilen örtüler özenle serildi, uzun müzakereler sonucunda hazırlanan Pazar kahvaltısı menüleri yerleştirildi, çay makinası çalıştırılıp çay demlenmeye bırakıldı.
Bu sırada, aşağıda - mutfakta - bir telaştır başladı...
Saat 9.00... Gelen giden yok...
Saat 10.00... Gelen giden yok...
Saat 10.30... Yukarıdan sesler geliyor!
Ve ilk müşterimiz, sevgili dostumuz Ziya Bey siparişini verdi!
İnsanın hiç tanımadığı bir mutfakta birşeyler hazırlaması bu kadar mı zor olabilir?!

Peynirler, zeytinler, yumurtalar havada uçuyor. Mutfakta bir "pro" olduğunu iddia eden ben, aynı parmağı önce kestim, sonra yaktım, daha sonra da zaten zahiyat olan parmak bir de gıcık verir gibi sürekli bir yerlere takıldı... Canım oldukça yandı.

Mutfakta bana eşlik eden diğer "aşçı" arkadaşımın bir anda alev alan koca ocakları yakmak için sergilediği akrobatik hareketler tam bir komedi filmi gibiydi!

Sevgili garsonlarımızın yukarıda, tepsiler-siparişler-tabak-bardaklar arasında neler çektiklerini kendilerine sormak lazım! :)

Arkadaşlarımıza / Misafirlerimize sorarsanız, herhangi bir kusur yok! Herşey son derece lezzetli, servis oldukça iyi... Herşey yolunda...
Bize sorarsanız...
Çok yorulduk, tipimiz yamuldu, daha çoook çalışmamız lazım... ya da en azından birkaç hafta daha alışmamız lazım.
Ama yine de keyifli, yine de denemeye değer, yine de devam!

Sizleri de bekleriz!

17 Nisan 2010 Cumartesi

Frullati Günlükleri II - Geri Sayım Başladı!..

Çok heyecanlıyız! Tam bir ilk gün heyecanı yaşıyoruz... Sürekli listeler gözden geçiriliyor; menüde revizyonlar, alınan rezervasyonlar, hava durumu kontrolleri derken... "Bu işten bir kaç hafta sonra nefret eder miyiz acaba?" diye soruyoruz birbirimize... Cevap sürekli "Sannnmammm!" oluyor. :)

Evet, şık ve sade menümümüz hazır, flyer'lar basıldı. Malzemeler tamam. Ekip motivasyonu tavan! Daha ziyade dostlardan oluşan ilk gün müşterileri de heyecanla bekliyor.

Masa örtüleri, sahanlar, tabak - çanak alış verişi sonunda bitti (sanırım en zor kısmı da buydu)!

Kahvaltı tabağı, özenle seçilmiş kahvaltılıklarla doldurulacak şekilde ayarlandı. Çok özel ikramlarımız muhlama, çırpı, Ayvalık tostu, yumurtalı ekmek olarak tespit edildi. Özel bir tarife göre hazırlanacak kreplerin malzemeleri belirlendi: uzun lezzet testlerinden sonra tatlı olarak fındıklı çikolata ezmesi ve tahin-pekmezli kreplerde, tuzlu olarak da beyaz peynir-maydonozlu ve salam-kaşarlı kreplerde karar kılındı.

Ev yapımı reçeller de kaynamakta :) Telefonlar sürekli çalıyor ve ekip üyeleri birbirlerine reçel yapmanın ipuçlarını aktarıyor. "Aman üzerinde biriken beyaz köpükleri almayı ihmal etme!" ya da "Şekerim, arada bir kaseye bir parça kaynayan reçelden koyup buzdolabında bir kaç dakika beklet; tenceredekinin kıvamıyla dolaptakinin kıvamı çok farklı oluyor, dikkat et!"

Son olarak, açılış günü spesiyali uzun müzakereler sonucunda seçildi ve Ahmet Usta'nın özel tarifi çırpı en fazla oyu alarak birinci oldu. Muhteşem ve özel formüllü salça sosunda ince jülyen doğranmış sosisler! Evde yapmayı denemeyin, çünkü senelerdir Ahmet Usta'nın yapışını izlememe rağmen ben bile hiç bir denememde kıvamını tutturamadım :)

Yarın akşam ilk gün izlenimlerini aktarmak için can atıyorum. Bugünkü gibi keyifli bir hikayeden sonra, yarın sizlerle çok komik ya da belki de acıklı hikayeler paylaşma ihtimalim de yüksek.

Yolumuz açık olsun. :)

15 Nisan 2010 Perşembe

Frullati Günlükleri - I - Bunlar daha sadece hazırlık!

Sevgili Dostlar,
öyle bir işe giriştik ki, umuyoruz alnımızın akıyla çıkabiliriz.
Evde yemek yapmak yetmedi, uzun zamandır da yetmiyordu ya... Bir kafe, restoran açma hevesi içimizi gıdıklayıp duruyordu. Sonunda Frullati kafeyi işleten sevgili dostlarımız Nurten Hanım ve Ali Bey bize çok hoş bir jest yaptılar ve kafe maceramızın ilk adımı için fırsat sundular.

Pazar günleri kahvaltı için Frullati kafede kardeşim ve 2 sevgili arkadaşımla birlikte ben, hizmet veriyor olacağız.

Fekat itiraf etmeliyiz ki, şunu farkettik: bu, sandığımızdan çok daha detaylı, çok daha fazla zaman, emek harcamak gereken, çok kafa yormak isteyen bir işmiş! Sadece kahvaltıda sunulacak olan matbu malzemeler bile onlarca kalemden oluşuyor, sadece menüyü hazırlamak bile saatler hatta günler alıyor.
Geçen haftalarda muhtelif dükkanlar, mağzalar, marketler gezdik. Önce iyice bir kafamız karıştı. Özenli ve dostlarımızın ve müşterilerimizin her Pazar tekrar gelmek istemeleri için cazip bir menü hazırlamak amacıyla saatlerce onu mu yapsak bunu mu seçsek diye kafa yorduk. Sonra yavaş yavaş oturmaya başladı... Bunun yanında, bu işlere kafa yormak o kadar keyifli ki, hevesimiz arttıkça arttı.

Masaları süsleyecek olan cicili bicili örtülerin seçimi; masalara kaç tane servis tabağının sığacağının hesabı; yüzlerce tabak çeşidi arasından hesaplı ama şık olanların tespit edilmesi; peynirinden zeytinine lezzet testleri... Ahmet Paşa'nın maliyet hesapları için hazırladığı Excel tablolarının büyüklüğünden bahsetmiyorum bile.
Geçen hafta, menüye konulacak kreplerin tespiti için onlarca krep yapıp üstüne bir de onları yemek zorunda kaldık ki sormayın!... Tatlısı tuzlusu derken mideler allak bullak oldu tabii... Tatlı içimizi bayınca biraz da tuzlu deneyelim dedik, tuzlular içimizi yakınca, e hadi bari tatlılara dönelim... 2 saat civarında krep tavasının başında yumurta çırp, ununu ekle...
Sonunda menü için en leziz olan 2 tuzlu, 2 tatlı krepe karar verebildik!

Sevgili dostlar, bunlar daha sadece hazırlık maceraları! Mutfakta evimizdekilerin 2- 3 katı kocaman ocakların başında, birbirimizin tavasını, tepsisini devirmeden, başından aşağı çay bardaklarını dökmeden nasıl çalıştığımıza dair hikayelerimizi de sizlerle paylaşmak için can atıyorum!

22 Şubat 2010 Pazartesi

Kuzguncuk'ta Gizlenmiş (?) Mülkiyeliler Birliği Lokali

Çoook eski bir arkadaşım bir kaç ay önce çoook eskiden tanıdığı bir arkadaşı ile tanıştırdı beni. Bu hoş tanışma ile hayatın insanın karşısına kendisine benzeyen kişileri çıkardığına inancım da artmaya başladı, yeni arkadaşımla çok çabuk kaynaştık, hatta eski arkadaşımdan daha sık görür oldum kendisini. Yeni arkadaşım da meğer bizim gibi yemek-sever, yemek-yapar, yemeğe gönül vermiş biriymiş. Meğerse, kendisi de bir dönem bir kafe işletmiş, şu sıralarda da Kuzguncuk'taki Mülkiyeliler Birliği Lokali'nin halkla ilişkileri ile ilgilenmekteymiş.

Yeni arkadaşım her görüşmemizde ısrarla bizi Mülkiyeliler Birliği Lokali'ne davet etti. Biz de yemek-sever yeni arkadaşımızın tavsiyesi ve daveti üzerine bir Cuma akşamı Lokal'i ziyaret ettik ve "methedildiği kadar olduğunu" gördük.

Öncelikle hemen belirteyim: Lokal'in altını çizdiği özelliklerinden birisi, mutfağında bayanların çalışıyor olması, yemeklerinin ev yemeği lezzetinde olmasını da bu özelliğine borçlu.

Menüdeki mezeleri görünce tabii ki bizim yemek hemen bir rakı sofrası şekline büründü... Daha akşam üzeri sarılmış, ılık ılık servis edilen lahana dolması, pembemsi - turuncumsu fava, mükemmel pofudukluğa sahip mücver, enfes Arnavut ciğeri, bizim favorilerimiz oldu.
Favaya doyamadığımız için, ikinci porsiyonu söyledik. Sizleri temin ederim ki, sevgili yemek-sever takipçilerim, bugüne kadar yediğim en güzel favaydı. Ben nasıl bu kadar lezzetli olduğunun sırrını, yeni arkadaşımdan öğrendim. Belki ilerleyen günlerde bu sırrı sizlerle de paylaşırım.
Mücvere gelince. Hani, bana sorarsanız, dünya üzerinde mücveri sevmeyecek bir kimse bulamazsınız. Fakat Lokal'deki mücver, bir de sımsıcak ve taptaze servis edildiğinden midir, nedir, o kadar lezzetliydi ki, "ben mücver sevmem" diyenler bile, laflarını yutmak zorunda kalabilirler. Mücverlerimiz daha ılınmaya fırsat bulamadan tükeniverdi!

Yazımın başlığındaki (?)'ni merak edenler varsa: Mülkiyeliler Birliği Lokali'ni ben yeni arkadaşım bahsetmeden önce duymamıştım. Fakat Lokal'i ziyaretimizden sonra kime bahsetsem Lokal'i biliyor. Meğerse, aslında Lokal epey de bilindik bir yermiş de bizim haberimiz olmamış. Siz de benim gibi yeni duyup geç kalanlardansanız, Lokal'de Cuma ve Cumartesi akşamları canlı müzik eşliğinde keyifli bir rakı sofrası denemenizi tavsiye ederim. Ya da benim HENÜZ denemeye fırsatım olmayan açık büfe kahvaltısını deneyebilirsiniz.

Afiyetle kalın!

23 Kasım 2009 Pazartesi

Şafak (Domates) Çorbası

Yakın zamanda bir arkadaşım, özel istekte bulundu: Mügecim, sana zahmet, bana eziyet, bir de domates çorbası tarifi versen...
Bende bir yemek tarifi kitabı var, fi tarihinden kalma, bana da anneannemden kalma... Sayfalarında rahmetli anneannemin tuttuğu notlar var. Annemde de aynı kitabın daha ileri tarihli bir baskısı var. Sizin anlayacağınız, aile geleneği bir kitap: Bereketli Olsun (Gönül Candaş) - daha güzel bir dilek olabilir mi?!-. Benim için kitabın ayrı bir değeri de var: anneannemden kalma, antika gibi bir şey. Bulabilirseniz, sizlere de almanızı tavsiye ederim. Ölçüler, tarifler, püf noktaları... Hepsi de isabetli.
Domates çorbasının tarifi bu kitapta "Şafak Çorbası" adıyla verilmiş. Uzunca bir dönem düşündüm... neden acaba adı şafak çorbası, diye... Sonra birgün tencereye gözlerimi dikmiş, karıştırırken, kaba tabiriyle "dank etti"! Çorbanın rengi, şafakta gökyüzünün rengini andırıyor. O gün bu gündür, ben de bu çorbaya şafak çorbası diyorum.
Şafak çobası için ihtiyacınız olanlar:
2 yemek kaşığı yağ (isterseniz sıvı yağ, isterseniz katı yağ),
2 yemek kaşığı un
et suyu (4 - 6 su bardağı kadar... sizin tercihinize bağlı) ve kaynar su
3 - 4 tane domates (rendelenecek)
1 - 2 kaşık kadar domates salçası
1 bardak süt
1 yumurtanın sarısı
tuz, karabiber, kaşar peyniri rendesi

2 kaşık yağ ile 2 kaşık unu, derince bir tencerede kavurun. Pembeleşmeye başladığında domates salçası ve domates rendesini tencereye ekleyin. Arzu ederseniz, sadece salça ya da sadece domates rendesi de kullanabilirsiniz, ama ben ikisini de koymayı tercih ediyorum: domatesin kendisi, domates tadı veriyor; salça da renk ve tad veriyor. Domateslerin üzerine de et suyunu ve biraz da su ekleyin. Bu çorbada çok fazla et suyu, biraz ağır oluyor. Bu nedenle, ben yarı yarıya et suyu, et suyu kadar da normal su kullanmayı tercih ediyorum (4 bardak et suyu, 4 bardak su). Bu karışımı sürekli karıştırarak, 1 - 2 taşım kaynatın (çorba kaynamaya başladıktan itibaren 5 dakika kadar kaynatın).
Domates rendesi kullandıysanız ve çorbanın pütürlü olmasını istemiyorsanız, piştikten sonra çorbayı mikser ile iyice püre haline getirin.
Tekrar ateşin üzerine koyup kısık ateşte kaynatmaya devam ederken, 1 yumurtanın sarısı ile sütü bir kasede iyice çırpın.
Bu tabiri bilir misiniz, bilemiyorum ama... "Alıştırarak" süt ve yumurta karışımını çorbaya katın; yani, çorbadan 1 - 2 kaşık alıp süt- yumurta karışımının üzerine ekleyin, süt - yumurta karışımından 1-2 kaşık alıp çorbaya ekleyin. Bu işlemi sürekli tekrar ederek, süt- yumurta karışımını yavaş yavaş çorbaya dahil edin. "Alıştırarak" diyorum, çünkü soğuk (oda sıcaklığında) olan terbiyeyi (süt-yumurta karışımını) bir anda sıcak olan çorbaya katarsanız, terbiye pıhtılaşıverir; dolayısıyla terbiye ile çorbayı birbirine "alıştırmanız" gerekiyor.
Bir taşım daha kaynattıktan sonra, tuzunu atıp çorbanın altını kapatın. 5 dakika kadar dinlendirdikten sonra çorbanız servise hazır. Servis ederken, üzerine biraz karabiber (tercihen taze çekilmiş tane karabiber) ve kaşar peyniri ekleyin.

Ellerinize sağlık, başınıza yağlık... Ve de afitet, şeker olsun!

Karnıbaharı Sevmeyenlere Kibar Tarif

Çoğu insan karnıbaharı sevmez. Pişerken maalesef kötü kokan bir sebze. Çoğu kez pişirme yöntemine nedeniyle, görsel olarak da pek cazip olmaz.
Fakat, size şimdi vereceğim ve telif hakkı bana ait olan yeni tarifle, iddia ediyorum ki, siz de bundan sonra karnıbahar sevenler kategorisine gireceksiniz... Denedim, gördüm... Karnıbaharın adını duyunca tüyleri diken diken olanlar, benden bir daha karnıbahar pişirmem için ricada bulundular.

İsterseniz, bu tarife "Kibar Karnıbahar" diyelim... Kibar karnıbahar, beşamel sos, kıyma ve yoğurtla hazırlanıyor. Pişirmesi biraz vakit alıyor ama organize bir şekilde çalışırsanız, 1 saat gibi bir sürede hazır edebilirsiniz. Bu tarife göre pişirdiğinizde karnıbahar önce haşlanıp daha sonra beşamel sos, kıyma ve yoğurtla süslendiğinden, kötü kokusu tamamiyle yok oluyor.

Kibar Karnıbahar için ihtiyacınız olanlar:
Küçük bir karnıbahar
250 gr kadar kıyma (isterseniz daha fazla kıyma da kullanabilirsiniz)
1 orta boy soğan
1 kaşık biber salçası
Beşamel sos için, yarım litre süt, 2 kaşık un, 1 yumurta.

Önce karnıbaharları haşlıyorsunuz. Kaynamakta olan suyun içine biraz tuz atıp, yıkayıp temizlediğiniz ve küçük parçalara ayırdığınız karnıbaharları atın. Bir tavsiye: Karnıbaharların çiçek formlarını korursanız, daha hoş bir görünüm elde edersiniz. Karnıbaharları kaynar suda 10- 15 dk kadar haşlayın, ama çok yumuşamasınlar (çünkü daha sonra fırında da kısa süre pişireceksiniz). Haşlandıktan sonra karnıbaharları bir süzgeçe alın.
Karnıbaharların haşlanmasını beklerken, beşamel sosu hazırlayabilirsiniz. Beşamel sos için, 1 yemek kaşığı kadar katı yağda (margarin ya da tereyağ) 2 kaşık unu, pembeleşinceye kadar kavurup üzerine yavaş yavaş ve pütür olmayacak şekilde ezerek sütü yavaş yavaş ekleyin. Sürekli karıştırarak, muhallebi kıvamında bir sos elde edinceye kadar bu sosu kaynatın. Sonra bu sosu soğumaya bırakın, fakat soğurken de arda sırada karıştırın; aksi taktirde, sosun üzerinde bir tabaka oluşur. İyice soğuduktan sonra 1 yumurtayı içine kırın ve iyice karıştırın.
Karnıbaharlar süzülüp beşamel sosunuz da tamamen hazır olduğunda, karnıbaharları derince bir fırın tepsisine yerleştirin; üzerine beşamel sosu dökün, biraz karabiber ekleyin. Beşamel sos, karnıbaharların yaklaşık yarısına kadar üzerlerini kaplamalı. Tepsiyi fırına verin. Karnıbaharların üzeri hafif kızarmaya başlayıncaya ve beşamel yoğunlaşıp pişinceye kadar fırında pişirin.
Karnıbaharlar fırındayken siz de bu arada kıymasını hazırlayabilirsiniz. İnce kıydığınız bir orta boy soğanla kıymayı kavurun, salçasını ekleyin.
Karnıbaharlar piştiğinde, tepsiyi fırından çıkarın. Üzerine kıymasını yayıp tekrar fırına verin, 5 - 10 dakika kadar daha fırında dursun. Dikkat! Kıymaların yanmamasına dikkat edin.
Kibar karnıbaharınız artık hazır. Servis edebilirsiniz. Servis ederken, üzerine biraz yoğurt (isterseniz sarımsaklı) dökün. Kırmızı biber serpin.
Bir kez daha iddia ediyorum... Bu tarife bayılacaksınız. Üstelik, kıyma ve yoğurt olduğu için son derece de besleyici.

Hepinizin ellerine sağlık ve afiyet, şeker, bal olsun!

11 Kasım 2009 Çarşamba

Frullati: Feneryolu - Kalamış'ta Müdavimlerini Mütemadiyen Mutlu Eden Ufak Kafe

Feneryolu - Kalamış civarında yıllardır hizmet veren ufak bir kafe var. Yeri bir kaç kez değişti ama lezzeti hep aynı, adı hep aynı: Frullati.
Frullati, sempatik bir çift tarafından işletilen bir aile işletmesi. Müşterilerine de gerek muhabbetleri ile gerekse menüleriyle her zaman için "aile" sıcaklığını hissettiriyorlar.
Frullati öncelikle çevresindeki iş yerlerinin çalışanlarına sunduğu öğle menüsü ile meşhur. Öğlenleri, sayılı masaları dolup taşıyor, servis elemanları vızır vızır çevre iş yerlerine servis yapıyor.
Fakat bana sorarsanız, Frullati'nin özel yemekleri etli yaprak sarması, kuru patlıcan dolması, içli köfte, analı kızlı ve zaman zaman servis ettiği yöresel yemekler. Etli yaprak sarması ve kuru patlıcan dolması, hani derler ya "tam kıvamında"!
İçli köfteye gelince; İstanbul'da pek bilinmeyen bir şekilde hazırlanıyor: HAŞLAMA içli köfte. İstanbul'da genellikle servis edilen içli köfte kızartmadır. Ve bana sorarsanız,kızartma içli köftede bulgurun ve içindeki kıymanın tadı boğulur; köfte ağır olur. Haşlama içli köftede ise bulgur, kıyma ve sosunun mükemmel uyumuna kavuşursunuz. Uzun lafın kısası, Frullati'de haşlama içli köfteyi denmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Yukarıda ayrıca, "analı kızlı"dan bahsettim. Yine beni çocukluğuma götüren bir lezzet! Analı kızlı, bir çeşit çorbadır; ama yoğun bir çorba olduğundan ana yemek olarak da düşünebilirsiniz. Çorbanın içinde ufak içli köfteler ve içli köftenin dış harcından yapılan daha küçük köfteler bulunur. Ayrıca, parça et ve bolca et suyuyla yapılır. Bu yemeğe analı kızlı denmesinin sebebi ise şu: Bu çorbayı hazırlarken, "anneler" ufak içli köfteleri hazırlarken yeterince uzmanlaşmış olmayan "kızları" dış harçtan yapılan sade köfteleri hazırlar. Analı kızlıyı eskiden halam, halamın kızı olan kuzenim ve ben hazırlardık. Odanın ortasına bir örtü serilir, malzemeler bu örtünün üzerine konur, bizler de yere diz çökerek köfteleri hazırlardık... Dakikalarca süren sohbet, muhabbet arasında köfteler hazırlanır, daha sonra usta olan halam analı kızlı çorbasını hazırlardı. İşte çocukluğumun tatlı anılarını süsleyen analı kızlının o aşina tadına artık Frullati'de varıyorum.

Yolunuz Kalamış'a düştüğünde, sizler de "bir tatlı huzur almak" için, Frullati'ye uğrayın ve leziz menüsünden gönlünüzün çektiğini tadın. Pişman olmayacaksınız...